Enter The Void
Tüm sandalyelerin dolu olduğu bu uzun masadaki varlığımı sorgulamaya, daha o masaya oturmadan başlamıştım. Canlı performans sergileyen kadın, birbirinden ağır şarkılar eşliğinde seslendirme yaparken, seslendirdiği şarkıdaki efkarı hissetmek mümkün değildi. Masadaki herkes birbirine bir şeyler anlatarak gülüyordu. Sessizce oturmanın yargılandığı bir davadaymış gibi hissediyordum. Göbek atmak için şarkıdaki hareketli nakaratı bekleyen insanlarla doluydu mekan. Tüm bu çok sesli karmaşanın ortasında, “yine aynı sessizlik, bari bugün konuş” diyen bir ses işittim, sanki buraya oynamak için değil de konuşmak için gelmiş gibi. Biraz gülümsemeye çalışarak, “bugünün diğer günlerden ne farkı var?” diye sordum. Sahnedeki kadın, sesini yükseltince diyalogu devam ettirmek zorunda kalmadığımıza sevindim. Zaman biraz daha ilerleyince kimsenin göz göze gelmek istemediği kişi olduğumu fark ettim; kimseye anlatacak ve onu gülümsetecek bir cümlem yoktu. Oturduğum uzun masadaki insanlar da oyun havası eşliğinde kalkıp oynamaya başladığında, oturduğum yerden uzaklaşmak için ayağa kalktım, sandalyenin arkasına tutturduğum paltomu giyerek mekanın kapısını açtım. Kimseye “iyi seneler” dileğinde bulunmadım; iyi dileklerde bulunacak umudum yoktu. Mekanda kaldığım süre boyunca özlediğim soğuğa ve sessizliğe kavuşmanın mutluluğu içindeydim. İşte şimdi kendimi hissediyordum; kendime yabancılaştığım yerden uzaklaştıkça kendime geliyordum. Bu soğuk hava, ne kadar da sıcak geldi… Eve doğru yürümeye başladım. Ellerimi paltomun ceplerine sokmuş yürürken, “soğuk havalar bana hep seni hatırlatıyor” diyen kişiyi düşündüm.